top of page

OPPENHEIMER FİLM İNCELEMESİ: ZİNCİRLEME REAKSİYON

Bazıları için askeri ve diplomatik bir başarı, bazıları içinse koca bir karanlık, yüz binlerin canı ve çok daha fazlasının travması... Atom bombasının babası, tutkulu ancak egolu bir fizkçi, üstün bir deha... Karşınızda Robert J. Oppenheimer!



Usta yönetmen Christopher Nolan’ın aylardır beklenen ve epey reklamı yapılan yeni filmi, Amerikalı fizikçi Robert Oppenheimer’ın hayatını anlatıyor. Biyografik bir eser olmasının Nolan’a getirdiği zorluklar ve aynı zamanda avantajlar var. Oppenheimer’ın hikayesi yalnızca bilimle değil, politikayla, askeri meselelerle, kadınlarla ve daha fazlasıyla bezenmiş durumda. Öncelikle objektif bir incelemeyle filmin bazı noktalarına dikkat çekmek istiyorum sonrasında ise tamamen kişisel olan bazı görüşlerimden bahsedeceğim. Çünkü Oppenheimer’ın sizin için “Nolan’ın en iyi filmi” olması ihtimali epey düşükken “Nolan’ın en sevdiğiniz filmi” olması epey olası.


OYUNCULUKLAR

Öncelikle biraz teknik konuşmak istiyorum. Elinde sağlam bir bütçe ve kadro olan Nolan bunları iyi kullanmış gözüküyor. Kalburüstü oyuncu kadrosuyla Oppenheimer’ın oyunculuğunu ve duygu aktarımını yavan bulmanız imkansıza yakın.


Özellikle başrolümüz Cillian Murphy muazzam bir iş çıkarıyor; karakterin içsel çıkmazlarını, varoluşsal krizlerini, yaptıklarıyla ilgili sorgulamalarını ve tüm bunlara rağmen yenemediği hırsını, narsistliğini çok iyi aktarıyor.


Filmde “Kitty” karakterini canlandıran Emily Blunt ise özellikle filmin sonlarına doğru beni çok etkiledi. Başlarda biraz yüzeysel bir karakter gibi gelen Kitty bence hiç de küçümsenmeyecek bir karaktere dönüşüyor.


Robert Downey Jr’ ı uzun süredir Marvel dışında izlediğimi hatırlamıyorum ve çok iyi geldi. Benim için Robert hiçbir zaman keyif vermeyen bir oyuncu olmamıştı zaten. Oppenheimer’da ise yeteneğinin üstüne bir de derin oyunculuk fırsatı olan bir karakter verilmiş. Rami Malek de özellikle yine filmin sonlarına doğru Mr. Robot hayranlarını duygulandırdı.


GÖRÜNTÜ VE SES

Gerek görüntü yönetmenliği gerek oyunculuklarla, savaşın etkilerini, yaptığı bilimin şeytani sonuçlarının Oppenheimer üzerinde bıraktığı psikolojik etkiyi, bilimin siyasete karıştığı anlarda bilim üretenlerdeki o bulanıklığı, iğretiyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Filmde kullanılan renk paleti Oppenheimer’ın sinematografisinin kalitesini iyice artırmış. Nolan’dan beklemediğimiz şey değildi. Herkesin konuştuğu atom bombası sahnesini konuşmaya gerek bile yoktur sanırım. İzlemedik, YAŞADIK. Bunda Nolan’ın CGI kullanmak istemeyip fizikçilerle çalışarak gerçekten bir bomba patlatmasının da etkisi büyük tabi.


Filmdeki siyah beyaz sahneler tarihsel gerçekliği objektif sunarken renkli sahnelerin Robert’ın subjektif algısı olması da tam Nolan işi bir anlatım.


Ses yönetmenliğini de bir o kadar başarılı buldum. Filmin müzikleri Tenet’te de olduğu gibi Ludwig Göransson’a emanet ve kendisi epey harika bir iş çıkarmış. Kostümler ve diyaloglara söylenecek söz yok zaten. Oscar listelerinde şimdilik tek rakibi “Dune Part 2” olabilir gibi geliyor bana. Şimdilik.


ALTYAZILAR

Çok küçük bir başlıkta altyazı konusuna da değinmek istiyorum. İngilizce anlayıp dinleyebilirseniz kesinlikle filmin çok daha keyifli geçeceğine inanıyorum çünkü 3 saatten fazla süren bir tartışmalar dizisinde dil bilmeyen seyircinin alt yazıyı takip etmesi biraz zor olabilir ve bazı nüansları kaçırabilirsiniz. Oyunculuklar alt yazıya kurban giderse üzücü olur.


SONRASINDA BARBİE’YE GİTMEYİN

Oppenheimer epey karanlık bir film. Kimine göre insanlığın yüz karası buluşlarından birini anlatıyor bir kere. Bu filmden sonra Barbie falan izlenmez! Unutun onları. Gidecekseniz önce Barbie’ye gitmenizi öneririm çünkü Oppenheimer’ın tadı uzun süre ağzınızda kalacak, kalmalı.


FİLMDEKİ CİNSELLİK SAHNELERİ VE KADINLAR

“Now I am become death, the destroyer of worlds.” (Şimdi ben ölüm oldum. Dünyaların yok edicisi.) Oppenheimer’ın bu sözü atom bombası testinin ardından bombanın yok ediciliğini kendi gözleriyle ilk görüşünden sonra söylediği biliniyor ve filmde de bunu görüyoruz. Ancak atom bombasının testleri sırasında değil. Jean Tatlock ile birlikte oldukları sahnede Jean, kitaplıktan “Bhagavad Gita”yı alıp ona kitabın bir yerini okumasını söylüyor ve Oppenheimer kitaptan bu ünlü sözlerini okuyor.


Filmdeki cinsel sahnelerin gereksiz olduğu gibi eleştirilere de katılmıyorum açıkçası. Film bir biyografi. Biraz bilerek, araştırarak gitmek gerek be kardeşim! Robert Oppenheimer tabiri caizse bir “womanizer” yani epey çapkın bir adam. Kadınlar, onun hayat hikayesinde çok önemsiz bir yer tutuyor diyemeyiz. Bazı duygusal bağlamları ve Robert’ın kişiliğinden epey bir parçayı algılamamızı sağlıyor bu sahneler. Ki filmde çok çok az bir yer tutuyorlar zaten. Aynı zamanda kadınlarla olan ilişkisinin gösterilmesi Robert’ın sadece icat ettiği bombayla değil, karakteriyle de kişisel hayatında yıkıcı bir etkisi olduğunu anlamamızı sağlıyor. Hem de Jean Tatlock’un yaşayacağı intihar mı cinayet mi filmde de muallak bırakılan ölümü için de “foreshadowing” olduğunu düşünebiliriz.


BİLİM İNSANI MI SİYASİ Mİ?

Filmin ana unsuru atom bombasıyla yüz binleri öldürmek olsa da siyaset de epey bir kendini gösteriyor. Robert’ın komünizme olan ilgisi aslında filmi etkilediği kadar kendi hayatını da etkiliyor. Isaac Rabi’nin, Robert’a “Şu üniformayı da çıkar, sen asker değil bilim insanısın” diye sitem ettiği sahne beni çok etkiledi. Hayalinde bilim yapmak olan bir genç olarak, bugün bile bilimle politikanın bu iç içeliği, bir bilim insanının “sadece bilim insanı” olarak kalmasının zorluğu beni ürkütüyor.

“They need us.”
“Until they don’t.”


SAVAŞ

Savaşın etkileri asla aşırı dramatize edilerek veya duygu sömürüsü yapılarak gösterilmiyor. Dram izlemekten hiç keyif almayan biri olarak bu benim için iyi bir seçim. Ancak yine de film sizi savaşın gerginliğine götürmeyi başarıyor. Savaşı kazanan Amerikan halkının önüne atılan Robert’ın konuşma yaptığı sahne bunun için iyi bir örnek. Halkın nidaları arasında içinde bir vicdan savaşı veren karakter halkı daha da heyecanlandıracak şeyler söylemeyi başarıyor ve adeta onun vicdanının ağırlığı altında biz, seyirciler, eziliyoruz. Oppenheimer sahneden inerken küllerin, yanık insan bedenlerinin, ağlayan sevgililerin içinden yürüdüğünü görüyor. Patlamanın yaratıcısının iç dünyasını da anlamış oluyoruz böylelikle.


Nolan aslında fizik yapan bir adam ile ürettiğini nükleer bir silah haline getiren diğer adamları ayırmamızı istiyor. Çünkü bilim insanının işi bilim yapmaktır, sonuçlarını düşünmek değil.


“Hiroshima seninle ilgili değil. İnsanlar atom bombasını yapanla değil, onu oraya atanla ilgilenecekler. Ben attım.”

OLUMSUZ ELEŞTİRİLER

Filmin ne olursa olsun seyircinin çoğunluğunu beni etkilediği kadar etkilemediğini ve bazı hayal kırıklıkları bıraktığını biliyorum. Bunda uzun zamandır yapılan reklamlarla “hype’ın” büyümesinin, filme sırf bu kadar reklamı yapıldığı için gitme dürtüsünün ve herkese hitap edecek bir film olmamasının etkisi büyük. Diğer Nolan filmleriyle bu noktada ayrılır benim için film. Inception, Memento, bundan önceki son filmi Tenet dahi genel seyirci kitlesini Oppenheimer’dan daha becerikli bir şekilde yakalayabilir bence. Evet, bahsettiğim filmlerde de epey bilimsel kurgu, zor anlaşılırlık ve ilgi\odak kaybı ihtimali var. Ancak Oppenheimer bir bilim insanının biyografisi, bilimkurgusu değil. Yazının başından beri vurguluyorum çünkü bu gerçekten göz ardı edilmemesi gereken bir detay. Tarihsel bir doğruluğu anlatırken inanılmaz yaratıcı bir bakış açısı yakalamak zor iş. Biyografi diyince filmden beklentiler düzenlenmeli bir kere. 3 saat boyunca diyalog denizinde boğulmak size keyifli gelmeyecekse yine Oppenheimer sizin için değil.


Bundan önce “The Theory of Everything”, “Dune” ve özellikle aralarında epey benzerlik kurabildiğim “Chernobyl” gibi yapımları izleyip sevdiyseniz o zaman Oppenheimer sizin için işte. Yapımcı Nolan olunca herkesin bu filmi çok seveceği beklentisini anlıyorum tabi. Ancak filmin ruhunu önceden tahmin etmek zor değildi bana göre. Ben sinema salonuna izleyeceğim filmde ne olacağını bilmeyerek ancak ruhunu tahmin ederek girdim ve dolayısıyla tatmin de oldum. Yine de bazı izleyiciler için filmin yorucu ve sıkıcı bir noktaya gittiği eleştirilerini kabul ediyorum.


BENİ NEDEN DAHA ÇOK ETKİLEDİ

Son olarak filmin “ beni” neden bu kadar etkilediğinden bahsetmek istiyorum. Bu arada filme müthiş beklentilerle de gitmediğimi belirtmek isterim. Belki de onca reklama kanmadan doğal beklentilerle gittiğim için daha da çok tatmin oldum. Çünkü ben bu filmin genel olarak iyi bir film olacağını yine de benim için Nolan filmleri arasında çok üstlere gelemeyeceğini düşünüyordum. Ne var ki, geldi.

Temel bilimlerle epey ilgili, bilim yapmak isteyen, en çok fizik konuşmak isteyen ve “filmde geçen bütün o ünlü fizikçilerle yaşayabilseydim keşke” düşüncesiyle tutuşan bir genç olarak, filmin bendeki yeri her şeyden ayrı. İddia ediyorum Oppenheimer’da ağlayan nadir insanlardanımdır. Evet, ağladım! Film beni çok üzdüğünden, duygusal bir sahne geldiğinden ya da gerildiğimden falan değil. Ben bütün o büyülü dehaları bir arada gördüm ve ağlamama yetti. Benim için filmi duygusal bir serüvene dönüştürenler; Niels Bohr, Albert Einstein, Werner Heisenberg, Kurt Gödel, Lewis Strauss, Ernest Lawrence, Robert Oppenheimer ve daha niceleri... Kuantum’a, fiziğe, ünlü bilim insanlarına yapılan atıflar ve göndermeler dağıyla, Oppenheimer’a bir “nerd” filmi derim ben! Ancak büyük bir kısmın katılmayacağını biliyorum. Çünkü birçoğunuz filme “izleyici” olarak gittiniz. Bazılarımızsa “hayal edici” si olarak gitti. Robert’ın geceleri uyuyamazken, gündüzleri yaşayamazken hayal ettiği o görüntülerin halefi bazılarımız. Ben; atom çarpışmaları, uzay-zaman bükülmesi gibi görüntüler geldiğinde şaşıp kaldım çünkü biri bana beynimin içini izletiyordu adeta. Temel bilimlerle ve özellikle fizikle ilgiliyseniz film bu etkiyi sizde de bırakacaktır.


Albert Einstein filmde gördüğümüz birçok bilim insanının fikir babası olarak filmde de önemli bir yere sahip. Özellikle final sahnesinde büyüttüğü teorik fiziğin yeni çocuklarının dünyayı yerinden oynatışını öğrenirken gözlerinden akan korkuyu kameranın diğer tarafından hissediyorsunuz. Bu sahnelerde Einstein’ın kuantumu bana Nietzsche’nin nihilizmini hatırlattı. Ulaşılması ancak geçilmesi gereken bir eşik... Her türlü iradeye ve hatta kendilerine bile teslim edilemeyecek bir güç. Karanlık, felaket, tüyler ürpertici ve çok gerçek! Çok keşfedilesi.


SONUÇ

Toparlamak gerekirse, Oppenheimer’ı çoğunluğun sevdiğinden daha çok sevdim ancak bazı eleştirilere katılmamak da elde değil. Oppenheimer’a bilinçli bir seyirci olarak, beklentilerini tekrar gözden geçirerek gittiğin sürece senin için ne olursa olsun keyifli bir 3 saat olacağı kanaatindeyim. Konuyla ve karakterlerle daha ilgili ve belki de ”nerd”sen O ZAMAN NE BEKLİYORSUN!


“Near zero”nun korkunç büyüklüğünü de bilirler. Az mı olasılık havuzunda yüzdüler? Ve az mı çektiler o ihtimallerden...

Comments


bottom of page