top of page

POOR THINGS : Frankenstein'dan Çok Daha Fazlası

Bir çocuk olarak yetişkin bir kadının vücudunda yaşasaydınız ne olurdu?


Poor Things bu fikir kıvılcımıyla başlıyor istediklerini anlatmaya.


Yorgos Lanthimos’un yönettiği Poor Things tıpkı yönetmenin diğer işleri gibi sıra dışı ve ürpertici bana sorarsanız. Oscar’ları toplayıp gelen ve epey ilgi gören film Yorgos’un en iyi işi belki de. Tam bir olgunluk eseri diyebilirim. Örneğin yönetmenin “The Lobster” isimli filmini de izleyip beğenmiştim ancak Poor Things kesinlikle daha sağlam, daha ayakları yere basan bir film olmuş. Yine de; absürt, distopik bir kara mizah filmi olan ve 2015’te Cannes Film Festivali Jüri Ödülü’nü alan The Lobster da konuşulmayı hak ediyor.


Her şey, Frankenstein uyarlaması olan Dr. Godwin Baxter’ın bir kadın cesedi bulmasıyla başlıyor. Bu hiç tanımadığı bedeni hayata döndürmek için bir şansı var aslında. Ancak bu kadın intihar etmiş. Godwin de yaşadığı hayatı sonlandırmak isteyen bir kadını o hayatın içine tekrar göndererek onun iradesine saygısızlık edeceğini düşünüyor. Ve onu yaşama döndürmek yerine biraz daha ürpertici bir yol seçiyor. Ölen kadının karnındaki henüz ölmemiş bebeğinin beynini kadına naklediyor. Ve bundan sonra onu yani Bella Baxter’ı hem kızı hem de deneyi olarak görüyor. Bella yetişkin bedeninde yaşayan bir çocuk, biyolojik yaşıyla bedeninin uyuşma süreci ise ayrı biz gözlem malzemesi. Tam da bu yüzden Godwin, öğrencisi olan Max McCandles’ı Bella’yı gözetleyip ilerleyişini kaydetmesi için projesine dahil ediyor.


FRANKENSTEIN


Biliyorum, Bella’nın hikayesini duymaya başladığınızda bunu bir Frankenstein hikayesine benzettiniz. Ancak Bella aslında ikinci kuşak bir Frankenstein çünkü babası ve onun tabiriyle “Tanrısı” Godwin, filmdeki Frankenstein alegorisinin ilk noktası. Godwin, doktor babası tarafından adeta bir deney faresi gibi görülüyor, şiddet görüyor ve hatta hadım bile ediliyor. Willem Defoe’nun canlandırdığı bu karakterin yüzü tam da bu yüzden yaralarla dolu. Asıl Frankenstein hikayesi Godwin’in demiştim. Bunu söylerken şunu da düşündüm, Frankenstein hikayesinin en temel olgularından biri de yaratılanın “çirkinliği”dir. Bella ise güzel, genç bir kadın. Ve Frankenstein’ın aksine yaratıcısı onu terk etmiyor. Onu seviyor aslına bakarsanız. Godwin içinse pek aynısı söylenemez. Toplumda hep dışlanan, korkulan ve çirkin bulunan bu karakter, etrafına hep ona hayranlık duyan, dış görünüşüne aldırış etmeyen kişileri topluyor. Öyle ki, Bella dış dünyayı merak edip maceralara çıkmak istediğinde, ilk başta bunu hiç istemeyen ve izin vermeyecek olan Godwin’in fikrini Bella’nın şu cümlesi değiştiriyor:

Öp ve vedalaş. Yoksa Bella’nın kalbi nefretle kararacak.

Godwin, ondan bu zamana kadar hiç korkmayan hatta yüzünü sevimli bulan Bella’nın ondan nefret etmesi fikrine tabi ki katlanamıyor ve Bellasını özgür bırakma cesareti gösteriyor, hem de hiç güvenmediği avukat Duncan Wedderburn (Mark Ruffalo) ile. Aynı zamanda onun özgür karar vermesine izin vererek, yaratıcı rolüne daha da yaklaşıyor. Bella artık kendi sınavında ve Godwin onu kontrol edemez. Yani Godwin artık aşkın bir niteliğe bürünüyor.


CİNSELLİĞİNİ KEŞFETMEK


Filmin ilk çeyreğinde, Bella’nın biyolojik yaşının ilerlemesiyle de birlikte onun cinsel keşfine şahit oluyoruz. Bella ilk defa mastürbasyon yapmayı öğreniyor ve bu onun için adeta kaşınan bir yarayı kaşımak gibİ. İhtiyaç, doğal ve iyi hissettiriyor. Burdan itibren o çok duyacağımız iki kelimeyi duyuyoruz McCandels’dan: medeni toplum. Bella’ya bunun mahrem bir şey olduğunu, medeni toplumlarda cinselliğin konuşulmadığını anlatıyor.


Bella ve Max için evlilik sözleşmesi hazırlanması gerektiğinde Duncan karakteriyle karşılaşıyoruz. Duncan Bella’nın tüm bu durumundan habersiz ve sadece onun saflığından yararlanmak isteyen bir zavallı. Evet, Duncan filmin adında bahsedilen “zavallı”lardan biri, ben bu zavallıların Bella’nın hayatına giren kötü erkek tiplemeleri olduğunu düşündüm. Duncan ilk başta, “Aman güzelim, bak sen şimdi bana aşık olursun falan ama ben anlamam öyle sadakat işlerinden.” diyen ardından da Bella’ya aşık olduğunu iddia edip adeta ağlak bir çocuğa dönüşen biri. Aslına bakarsanız, aşık olduğu falan da yok. Onun katlanamadığı şey Bella’nın kendisinden başka erkeklerle olması. Bella kendisini ona adasaydı başka kadınlarla beraber olacak olan oydu ancak bunu yapan Bella olunca, Bella bir genelevde çalışmaya başlayınca ona aşağılayıcı hakaret ve küfürlerle sesleniyor. Çünkü Duncan’ın ve daha birçok başka insanın zihninde “bağlılık” cinsiyet normlarıyla alakalı bir kavram. Tıpkı cinsellik ve özgürlük gibi.


BASKILANMIŞ CİNSELLİK


İnsan gibi bir canlıyı kontrol etmenin en kolay yollarından biri cinselliği kontrol etmektir hiç kuşkusuz. Bu yüzden bazen dinler, gelenekler ve en çok da insanlar cinselliği baskılarlar. Cinsellik terazisi de çok hassas bir terazi. Baskılanan ve yaşanamayan şey bir yerde patlak verir çünkü. İşte günümüzün en deli saçması olaylarından biri: cinsellikten başka şey düşünememek, konuşamamak. Anlıyorum tabi, sen bu kadar sıkarsan, bu kadar yaşatmazsan artık o şey olduğundan da önemli, ilgi çekici ve konuşulası bir hale gelir. Sen, “Bu ayıp, normal değil.” dersen muhalifler de “Bu olağanüstü, normal değil.” derler. İki türlü de cinsellik; gerçeklikten, zevkten, doğallıktan ve ihtiyaçtan uzaklaşır.


Duncan’la tanışması ve bir süre fahişelik yapmasıyla cinsel keşfini daha da ilerleten Bella, bir sahnede artık seksin ona bir şey hissettirmediğinden yakınıyor ve genelevdeki işinden de sıkılıyor. Böylece Londra’ya dönmeye karar veriyor. Max’le yürürken konuştukları bir sahnede, insanın fiziksel kusurlarının değişip düzelebildiği gibi ahlaki çürüklerin de iyileşip iyileşemeyeceğini sorduğunu görüyoruz Bella’nın. Benim soruya cevabım basit: iyileşebilir. Zaten benim bu “değişmez”, “değişemez” dediğim hiçbir şey yok. Değişim çok temel bir zorunluluk adeta benim için. Tabi ne yönde olacağını bilemem.


Sonunda, Bella ve Max evlenme kararı alıyorlar ancak düğünlerine sürpriz bir isim katılıyor. Bella’nın intihar etmeden önceki hayatındaki eşi. Bir asker! Bella onun malikanesine gittiğinde, zamanında neden intihar ettiğini anlamak pek de zor olmasa gerek. “Ben fethederim.” dediğinde de anladığımız gibi, kocası “kadın”ı fethedilmeyi bekleyen bir “toprak parçası” gibi görüyor. Bella’nın elinden cinselliğini almaya kalkınca da Bella onun “zihniyet”ini ele geçiriyor. Kendisine yapılan gibi bir operasyonla onun beynini değiştiriyor.


Son olarak dikkatimi çeken küçük bir sahneyi paylaşmak istiyorum. Filmin başlarında Max, Bella’ya dış dünyayı biraz göstermek istediğinden onu dışarı çıkarmıştı. Sonra bir kurbağa bulmuştu ve Bella’ya onu göstermişti. Bella ne yapmıştı dersiniz? Öpülerek bir prense dönüştürülmesi gereken kurbağayı görür görmez onu iki elinin arasına alıp hemencecik ezmişti. Bize de diyecek tek bir şey kalmıştı: poor thing (zavallı).

Comments


bottom of page