top of page

THE LAST DUEL: 2021'İN EN İYİLERİNDEN


Ben hem teknik açıdan sağlam hem de senaryosu sağlam filmler izlemeye bayılıyorum. The Last Duel ise tam olarak böyle bir film. Emrah Safa Gürkan'ın da bir tarihçi gözüyle incelediği ve çok beğendiği film,1300’ler Fransa’sında yaşanan gerçek bir olayı anlatıyor. O zamanlar Yüz Yıl Savaşları’yla boğuşan Fransız ordusunun iki parlak şövalyesinin, daha da önemlisi iki kadim dostunun sansasyonel bir olayla sınanmaları söz konusu. Jean de Carrouges ve Jacques le Gris, askeri ve siyasi alandaki rekabetleriyle içten içe yanıp tutuşurken, le Gris’nin Carrouges’un eşi Marguerite’e tecavüz ettiği iddiası bu ateşi daha da harlıyor.


YÖNETMENLİK

Romanlarında Orta Çağ’ı tüm karanlığıyla yansıtan Eric Jager’in 2005 çıkışlı, aynı adlı romanından Ridley Scott yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanıyor The Last Duel. Scott abimiz yine yapmış yapacağını. Yönetmenliği sayesinde bütün mesajlar sığ bir şekilde değil de sezdirilerek veriliyor. Aynı zamanda film sıkıcı bir tarih filmi havasından çıkıyor. Filmin en başarılı tarafı olan "rashomon efekt" tekniğini de en az Rashomon filminin kendisi kadar başarılı uyguluyor.


Dariusz Wolski ise görüntülerde şaheserler çıkarıyor. Dönem kıyafetleri, çekim açıları ve filmin renk paleti tamamen senaryoyla uyumlu. Özellikle birazdan anlatacağım bir final sahnesi var ki... İzlediğim en klas dövüşme olabilir.


RASHOMON EFEKT

Rashomon effect olarak jargona geçen bu teknik, sinemada bir olaya dahil olan kişiler tarafından çelişkili yorumlar veya açıklamalar verilerek aynı olaya farklı bakış açıları ve bakış açıları kazandıran bir hikaye anlatma ve yazma yöntemidir. Teknik adını aynı isimli 1950 yapımı ünlü filmden alıyor. O filmin konusu da ilginç bir biçimde The Last Duel'la epey örtüşüyor. Bu filmde de olayları 3 bölümde, 3 farklı kişinin bakış açısıyla izliyoruz.


Olaya iki şövalyenin kendi egoları ve erkeklik gururlarıyla şahit olduktan sonra, gerçeğe en yakın haline Marguerite’in gözünden tanıklık ediyoruz ve Orta Çağ Avrupasında kadınların ne denli değersiz görüldüğü gerçeği bir kez daha suratımıza çarpıyor. Bu tekniğin seçimi, "tarihsel kaynakların subjektifliği" nedeniyle de yapılmış olabilir.


SENARYO

Bahsettiğim gibi film tarihi kayıtlara dayanıyor. Ancak Orta Çağ Fransasının tarihinde kadına çok da yer yok. Bu yüzden 3 bölümde izlediğimiz olası gerçekler kurgusunun kadının bakış açısıyla izlediğimiz son bölümüyle ilgili çok fazla belge yok. Kadınla ilgili tarih bile çok şey yazmamış. Tıpkı filmde de düellonun aslında kadının namusu, gururu için değil de erkeklerin ego savaşı için yapılmış olması gibi.


Kadının bakış açısında erkeklerinkinde hiç görmediğimiz bazı detayları görebilmemizin, bu kadar iyi hissedebilmemizin en büyük sebebi ise Ben Affleck ve Matt Damon'ın bir kadına ihtiyaçları olduğuna karar vermeleri. "Kadını, kadının anlatması" fikrine dayanan bu hamleyle Nicole Holofcener katılıyor senarist grubumuza. Çok da iyi oluyor. Böylece film, derdini sade ama klas bir şekilde anlatıyor. "Dostum, girl power ya" diyerek değil :)


JACQUES LA GRIS

Film bu efekti o kadar iyi kullanıyor ki herbir karakterin kendini ve olayları tam olarak nasıl gördüğünü anlıyoruz. Öyle ki Jacques Le Gris gerçekten de makamında gelişigüzel keyif süren biricik kontu tarafından her koşulda destekleniyor ve elbette herhangi bir kadının kendisini istemeyeceğine ihtimal dahi vermiyor. Bu nedenle de Marguerite’a tecavüz ettiğine değil yaptıklarının karşılıklı rızaya dayanan bir zina olduğuna inanıyor. Çünkü olaylardan sonra günah çıkarmaya gittiğinde "zina" yaptığını söylüyor rahibe, tecavüzden bahsetmiyor. Le Gris'in gözünden tecavüz sahnesinde kadın daha sessiz bir haldeyken gerçekte kadın çırpınıyor ve bağırıyor.


JEAN DE CARROUGES

Ve Jean de Carrouges’un gerçekliğine geldiğimizde de bir başka eril illüzyona şahit oluyoruz. Carrouges hikayenin işine gelmeyen taraflarını sansürleyerek anlatıyor bize. Ne Marguerite’e kendisinin de tecavüz ettiğini ne de bir parçası olmak için büyük çabalar gösterdiği topluluklarda ciddiye alınmadığı, dalga konusu olduğu anları görüyoruz burada. Carrouges bu bakış açısında en güvendiği dostundan kazıklar yiyen asil bir şövalye, güçlü bir asker, Marguerite’in biricik kahramanı ve hakkı olanın peşinden giden bir adalet savaşçısı…


Matt Damon’ın oyunculuğuna emanet olan bu karakter bu anlatıda neredeyse sevilesi bir halde!


Ancak aslında karısıyla sadece çeyizi için evlenen, düelloyu karısının değil kendi gururu için yapan, kendi karısına "Gel, sana dokunan son kişi olmasına izin vermeyeceğim." diyerek tecavüz eden, kadını damızlığı olarak gören bir pislik aslında. Düelloyu da kadının iffeti namına değil adeta erkekliğini göstermek için yapyor ve bir cesaret şovuna dönüştürüyor.


MARGUERİTE DE CARROUGES

Olanları Marguerite’in durduğu yerden izlediğimiz üçüncü kısımda ilk iki kısımda görmediğimiz birçok konuşmaya da şahit oluyoruz; kendisi üzerinden yapılan pazarlıklar, “kadınlık görevi”ne yapılan vurgulamalar, kendisine dolayısıyla da Orta Çağ’da yaşayan herhangi bir kadına olan sığ bakış açısı tüm sertliğiyle karşımıza çıkıyor. Tecavüzün ilk iki anlatıdaki donuk yansıması ise yerini izlemesi bir hayli zor, sahici sahnelere bırakıyor. Diğer iki bölümün aksine ben merkezci değil gerçekleri yansıtan bir bakış açısı. Yakılmayı göze alarak, gerçeklerin peşinden giden Marguerite bu süreçte tabi ki pek çok zorlukla karşılaşıyor. Bunlara kocasının annesi ve kendisine inanmayan arkadaşları da dahil.


ORTA ÇAĞ'DA KADINA BAKIŞ

Le Gris, günah çıkartırken eskiden arkadaş olarak gördüğü bir adama karşı günah işlediğini söylüyor. Le Gris, Marguerite’e âşık olduğunu hesaba katarak ona zorla sahip olmayı günah olarak görmüyor. Eski arkadaşının karısıyla beraber olduğu için günah işlediğini düşünüyor. Onu rahatsız eden nokta bu. Çünkü o zamanlar tecavüz, kadına karşı değil erkeğin mülküne karşı işlenen bir suç gibi görülüyor.


Onun bu sözleri Jean’ın annesinin Marguerite’e söyledikleriyle de uyumlu.


“Le Gris gibiler istediği zaman kadınlara sahip olur. Kendini ne sanıyorsun? Senin savaşta tecavüz edilen kızlardan farkın yok.”
MESAJLAR

Kadına cinsel istismar, aile içi baskı, bu istismarı resmi yerlere bildirince kadının gördüğü muamele, yargının bile kadına yaptığı baskı, tecavüzden zevk alıp almadığının sorulması gibi birçok sorunu ele alan The Last Duel bunu, samimiyetini hiç yitirmeden yapıyor.


TAM ANLAMIYLA "THE LAST DUEL"

Filmin son sahneleri olan bu düello ve sonrası sahneler epey epik. Tarihçilerin yorumladığı kadarıyla tarihle de epey uyumlu. Düellolar gerçekten böyle yapılıyormuş. Tekrar tekrar izlenecek bu sanatsal sahnelerden sonra gelen kapanış sahnesi ise bir başka vuruyor yüzümüze. Scott'ın müthiş yönetmenliğiyle, o çekim açısı bize filmin anlatmak istediklerinin hepsini veriyor aslında. Jean'ın at üstündeki göğsü kabarmış halinin hemen ardından gördüğümüz Marguerite ve o mimikler, o atmosfer, o ağırlık...


Bütün olayın kadın değil, erkeğin mülküyle ilgili olduğu gerçeği... Ve bugün bile hala kadını sadece "kadın" olarak göremeyen bazı zihinler... Sürekli bir sıfat arayanlar, bulamayınca çıldıranlar... En kötüsü de her daim kendi bakış açısını gerçeklerle bir tutanlar...

Commenti


bottom of page