top of page

THE MAN FROM EARTH : İnsanlık tarihini tek çırpıda dinlemek ister miydiniz?

İnsanoğlunun öyküsünü on dört bin yaşında birinden dinlemek, The Man From Earth (2007) filminde tanık olduğumuz tam da bu. Binlerce yıldır ölmediğini iddia eden, otuz beş yaşında hayat kaydını dondurmuş tek bir adamın temsil ettiği tümellik, esasen tüm insanlık tarihi, yani geçmişimiz ve biz.


Üniversitede başarılı bir tarih profesörü olan John Oldman ortada hiçbir neden yokken, aniden 10 yılını ayırdığı akademiden istifa etmiştir. Şehirden gitmeye hazırlanırken veda etmek için evine gelen meslektaşları ondan neden istifa edip gitmesi gerektiği konusunda bir açıklama yapmasını isterler. Arkadaşları John'un bu sessizliğine anlam verememektedirler. Önceleri suskun kalan John da neden gitmesi gerektiğini biraz geçmişe dönerek anlatmaya başlar. Filmde ortamdaki kişiler profesör ve uzmanlardan oluşan bir ekip olduğundan, John'un hayat hikayesini anlatmasıyla birlikte tartışma, merak uyandırmaya ve içinden çıkılmaz bir hal almaya başlar. Ve evet! Bu film de uzun soluklu diyalogların filmi. Sanırım biraz sözcük peşinde koşup ter dökmeyi seviyorum😊 Filmin neredeyse sadece diyaloglardan oluşması sizi bunaltacağı veya sıkacağı anlamına gelmesin. Primer kadar zor bir film asla değil.


Film içinde Oldman’ın iddiasına karşı antitezler üreten kendi konularında uzman 5 kişi var. Bunlar; uzman arkeolog “Dan” , biyolog “Harry”, antropolog “Art” , psikiyatr “Will” ve Hıristiyan teolog “Edith” , gibi karakterlerdir. Yani Oldman’ın karşısındaki rakipleri bilimsel anlamda epey güçlüdür. Ve bu grup içinde sohbet ne kadar derinleşirse derinleşsin kesin kanıtlara varılamaması gerçekten beyin orgazmı yaşatıyor.

Filmin sizi bir buçuk saat boyunca sarmayacağını düşebilirsiniz ama yine de entelektüel kaygınız varsa saracağını garanti ederim. Boş aksiyon filmi seviyorsanız… Siz boşverin ya, izlemeyin.


Avcı-toplayıcılıktan tarıma, konar-göçerlikten yerleşik hayata, hayvan avlamaktan hayvan yetiştirmeye, doğaya maruz kalmaktan onu dönüştürmeye geçen, kutsal buğdayı bereketli hilalde keşfetmesiyle ekmek imal etmeye başlayan, ekmeği bedeni, şarabıysa kanı belleyip savaşan, sevişen, barışan, üreten, inanan, düşünen, yapan ve yıkan, kutsayan ve bayağılaştıran insanoğlunun, mağara adamından başlayıp modern insanda sonlanan, ön dört bin yıllık öyküsü.


Tüm ben merkezcilik eleştirilerine karşın insan, hep merkezde olmuştur. Bana sorarsanız olmalıdır da. Yalnız insanlık değil birey olan, insan olmalıdır kutsal olan. Tüm felsefeler insanla başlar, insan odaklıdır; zaten ve zira anlam veren, anlamlandıran özne İnsan’dan başkası değildir. Belki bir gün, evreni tam anlamıyla idrak ettiğinde dahi, kendisini idrak edememiş olacak olan bir var olan varsa, o da insandır. Çünkü bilirsiniz, bizim bizi anlamamız en zorudur. Ancak yine de cevap bulmaktan ziyade doğru soruları sorabiliyor olmaktır asıl mesele. O halde insanoğlunun yazgısı küçümsenecek denli önemsiz değildir.


Değinmek istediğim bir diğer nokta sınırlılık ve özgürlük dilleması. Nedense bu ikisi her daim birbirini dışlar gibi görülür. Ancak bana kalırsa durum her zaman böyle değil. Mesela filmde de verilen örneğe bakalım : unutmak. Bu yaşlı adam ne kadar yaşarsa yaşasın zamanın ötesine geçemiyor. Çünkü unutuyor. Ve unutmasaydı sizce de bunca yıl yaşamak adeta sisifosun yazgısı haline gelmez miydi? Aynı yalanları binlerce kez duymak, aynı teorileri işitmek, aynı bilimi öğrenmek ve hep aynılarına inanmak… Farkında mısınız unutmak bir sınırlandırılma halidir. Ancak bu size özgürlüğü getirir. Yeni şeyler denemenin, yeni kokular hissedebilmenin ve yeni tenleri sevebilmenin özgürlüğü. Yani şu apaçıktır ki, bazen zıtlıklar tam manasıyla birbirini dışlamaz. Bazen bir bütün oluverirler. Bazen birbirlerini sınırlarlar. Ve bazen birbirlerini doğururlar.


Filmde en çok yer tutan iki tema elbette ki din ve bilim. Hayatlarımızda da olduğu gibi. Örneğin John’un birçok acı yaşadığını söylemesi, zamanın ötesine geçememesi, hafızasının yenilenip sebeplerin ortadan kalkması, dürüst bir yaşam sürdürmesi; Buda’nın öğretilerinden dört yüce gerçeği ‘i temsil ediyor. Bunun gibi daha birçok üstü kapalı veya açık gönderme var.

The Man From Earth, tek mekanda geçmesine karşın, harikulade diyaloglarıyla kendini izlettiren bir film. Dinler tarihinden felsefeye, antropolojiden biyolojiye, evrim kuramından psikanalize, kapsamlı bir serüven, yanıt vermekten ziyade soruları çoğaltan, büyük harfle İnsan’a dair bir yapım. Beethoven’ın bir senfonisiyle sonlanan bu güzel filmi -meraklısına- öneririm.


Comments


bottom of page